ŞAFİİ el-UMM

GİRİŞ

GİRİŞ

 

 

Allah'ın salat ve selamı; önderimiz Muhammed'e, ehl-i beytine ve ashabının üzerine olsun.

Ebu Ali el-Hasan b. Habib b. Abdulmelik, 337 senesinde Şam'da, Rebi' b. Süleyman'ın kendisine şöyle haber verdiğini nakletti: Bize Ebu Abdullah Muhammed b. İdris b. el-Abbas b. Osman b. Şafii b. Saib b. Ubeyd b. Abdiyezid b. Haşim b. el-Muttalib b. Abdimenaf elMuttalibl. Resulullah (s.a.v)'in amcasının oğlu şöyle anlattı: "Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur. (Bunca ayet ve delilden) Sonra kafir olanlar (hala putları) Rableri ile denk tutuyorlar." [En'am, 1]

 

Hamd, O'nun nimetlerinden birinin şükrünü eda etmek, ancak O'nun başka bir nimetiyle mümkün olan Allah'a mahsustur. Bu, nimetin şükrünü eda eden kişiye yeni nimetler bahşedilmesine vesile olacaktır. Bu sebepten dolayı kendisine yeni nimet bahşedilen kişinin tekrar şükretmesi gerekmektedir.

 

Vasfedenler, O'nun azametini -hakkıyla- vasfetmekte aciz kalırlar. O, kendisini vasfettiği gibidir; O, kullarının vasfettiklerinden de yücedir. Kerem, izzet ve celaline yakışır şekilde O'na çokça hamdederim.

 

O'ndan elde edilebilen güç ve kuvveti, ben de kendim için diliyorum.

Hidayet vermesi neticesinde hidayet olunanların hidayeti gibi hidayet diliyorum. Çünkü O'nun hidayet ettikleri sapıtmazlar. O'nun kulu olduğunu itiraf eden; işlenen günahları O'ndan başka affetme yetkisi olmadığını kavrayan ve günahlara düşmemek için de kendini koruyandır. Yaptığım ve yapacağım tüm günahlarım için O'ndan af ve mağfiret diliyorum. Allah'tan başka ilah olmadığına, O'nun vahdaniyetine ve şeriki olmadığına, Muhammed'in O'nun kulu ve Resulü olduğuna şahadet ederim.

 

Yüce Allah, Hz. Muhammed'i insanlara peygamber olarak gönderdiği zaaman onlar iki sınıftı: Birinci sınıf; ehl-i kitap idi. Kendilerine gönderilen kitabın hükümlerini değiştirmişlerdi. Allah'a şirk koşarak dilleriyle uydurdukları yalanlarla, Allah'ın kendilerine indirdiği hakkı birbirlerine karıştırmışlardı. Allah (c.c), Resulullah (s.a.v)'e onların şirklerini zikrederek şöyle buyurdu: "Ehl-i kitaptan bir grup, okuduklarını kitaptan sanasınız diye kitabı okurken dillerini eğip bükerler. Halbuki okudukları, Kitap'tan değildir. Söyledikleri Allah katından olmadığı halde 'Bu Allah katındandır.' derler. Onlar bile bile Allah'a iftira ediyorlar." [Al-i İmran, 78]

 

Başka bir ayette şöyle buyruldu: "Elleriyle (bir) kitap yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için 'Bu Allah katındandır.' diyenlere yazıklar olsun! Elleriyle yazdıklarından ötürü vay haline onların! Ve kazandıklarından ötürü vay haline onların!" [Bakara,79]

 

Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Yahudiler, 'Uzeyr, Allah'ın oğludur.' dediler. Hıristiyanlar da 'Mesih (İsa), Allah'ın oğludur.' dediler. Bu onların ağızlarıyla geveledikleri sözlerdir. (Sözlerini) daha önce kafir olmuş kimselerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin! Nasıl da (haktan batıla) döndürülüyorlar! (Yahudiler) Allah'ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını); (Hıristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i (İsa'yı) rabler edindiler. Halbuki onlara ancak tek ilaha kulluk etmeleri emrolundu. O'ndan başka ilah yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden münezzehtir." [Tevbe, 30-31]

 

Yüce Allah şöyle buyurdu: "Kendilerine Kitap'tan nasip verilenleri görmedin mi? Putlara ve batıla (tanrılara) iman ediyorlar, sonra da kafirler için 'Bunlar, Allah'a iman edenlerden daha doğru yoldadır' diyorlar! Bunlar, Allah'ın lanetlediği kimselerdir; Allah'ın, rahmetinden uzaklaştırdığı (lanetli) kimseye gerçek bir yardımcı bulamazsın." [Nisa,51-52]

 

İkinci sınıf ise Araplardır. Allah'ı inkar ettiler, Allah'ın izin vermediği şeyleri uydurdular. Kendi elleriyle taştan ve ağaçlardan -ibadete uygun gördüklerine ve hoşlarına gidenlere isimler vererek- putlar diktiler. Bu, elleriyle yapıp diktikleri ve ilahlar olarak ibadet ettikleri putlardır.

Arap olmayan bir kısım da onların yolundan gitmiş, ibadete uygun gördükleri balık, hayvan, yıldız, ateş ve başka şeylere de tapınmışlardır. Allah, Peygamberine, bu sınıftan olup Allah'ı terk ederek başkasına ibadet edenlerin durumlanm şu ayet-i celilede izah buyurmuştur:

"Senden önce de hangi kasabaya bir uyarıcı gönderdiysek, mutlaka oranın şımarık varlıklıları böylece: 'Biz atalarımızı bir din üzere bulduk ve (bunun için) muhakkak bizler, onların izlerine uyanlarız.' demişlerdir." [Zuhruf,23]

 

Allah (c.c) başka ayette onların durumunu şöyle anlatır: "Ve dediler ki: Sakın ilahlarınızı bırakmayın; hele Ved'den, Suva'dan, Yeğus'tan, Ye'uk'tan ve Nesr'den asla vazgeçmeyin! (Böylece) onlar gerçekten birçoklarını saptırdIlar! (Rabbim) Zalimlerin sapıklığından başka şeylerini arttırma!" [Nuh, 23-24]

 

Allah (c.c) başka bir ayette şöyle buyuruyor: "Kitap'ta İbrahim'i an. Zira o, sıdkı bütün bir peygamberdi. Bir zaman o, babasına dedi ki: Babacığım! Duymayan, görmeyen ve sana hiçbir fayda sağlamayan bir şeye niçin taparsın?" [Meryem,41- 42]

 

Allah (c.c) yine şöyle buyurdu: "(ResUlüm!) Onlara İbrahim'in haberini de naklet. Hani o, babasına ve kavmine: 'Neye tapıyorsunuz?' demişti. 'Putlara tapıyoruz ve onlara tapmaya devam edeceğiz' diye cevap verdiler. İbrahim: Peki, dedi, yalvardığmızda onlar sİzi işitiyorlar mı? Yahut size fayda ya da zarar verebiliyorlar mı?" [Şuara,69-73]

 

Allah (c.c), genel manada dalalette olan bir topluluktan bahsederken, hidayet verdiği kişilere nasıl nimetini bahşettiğinden de söz ederek şöyle buyurdu: "Hep birlikte Allah'ın ipine (İslam'a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun kenarındayken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınlZ." [Al-i İmran, 103]

 

İmam Şafii şöyle der: Allah (c.c), Hz. Muhammed (s.a.v)'i onlara peygamber olarak gönderip onları bu durumlarından kurtarmadan önce onlar, birlik olduklarında da tefrikaya düştüklerinde de inkar ehli idiler. Onları genelde birleştiren husus, Allah'ı inkar ve Allah'ın razı olmadığı nesnelere ibadet etme hususudur. Yüce Allah, onların dediklerinden çok yücedir. O'ndan başka ilah yoktur. O'nu, söylediklerinden tenzih ederek hamdederim. O, her şeyin Rabbi ve yaratıcısıdır.

 

Bu zümreden olup hayatta olanlar, Allah'ın kendilerini vasfettiği hal üzere yaşıyorlardı. Gerek amelleri ve gerekse sözleriyle Rablerinin gazabını celbederek, O'na karşı isyanı arttırıyorlardı. Onlardan ölenler de amel ve sözleri doğrultusunda Allah' ın onlara hazırladığı azaba uğrayacaklardı.

 

Allah'ın razı olmadığı isyan, her yeri sardıktan ve takdir edilen zaman dolduktan sonra, seçtiği dini hakim kılması hak olmuştur. O, rahmetiyle göklerin kapılarını açtı. Geçmiş zamanlarda hükınünün tecelli ettiği gibi, -ezeli ilmine uygun olarak- O'nun hükmü baki kalacaktır.

Allah (c.c) şöyle buyurdu: "İnsanlar tek bir ümmettl. SonraAllah, peygamberleri müjdeleyici ve uyarıcı olmak üzere gönderdi. Beraberlerinde insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler hakkında aralarında hükmetmek için de hak ile Kitabı indirdi. Halbuki kendilerine o Kitabın verildiği kimseler, ancak apaçık deliller onlara geldikten sonra (ve yalnızca) aralarındaki kıskançlıktan dolayı ona (o hakka) dair anlaşmazlığa düştüler. İşte Allah böylece izniyle iman edenleri, hakkında anlaşmazlığa düştükleri hakka ulaştırdı. Allah, dilediğini doğru yola iletir." [Bakara,213]

 

Hz. Peygamber (s.a.v); Allah'ın vahyi için seçilen, elçilik için uygun görülen, rahmet kapılarını açmak ve peygamberlik makamının hatimesi olmakla beraber tüm yaratılmışlardan üstün kılınandır. Kendisine verilen nübüvvetin evrenselliği kendisinden önce gelen hiçbir peygambere verilmemiştir. İşin temelinde adı Allah'ın adıyla beraber zikredilen, ahirette de şefaatçi olan ve şefaatine başvurulandır. Şahsiyet yönünden beşeriyetin en üstünü olan ve din ve dünya işlerindeAllah'ın razı olacağı meziyetleri kendinde toplayandır. Soy ve mekan (gönderilen yer) bakımından beşeriyetin en hayırlısı olan, Allah'ın kulu ve Resülü Hz. Muhammed (s.a.v)'dir.

 

Onun gönderilişi Allah tarafından bir rahmet ve ikram olmuştur. Bize ve tüm beşeriyete dünya, ahiret, özel ve genel nimetlerini onunla kavratmıştır. Allah (c.c) şöyle buyurdu: "Andolsun size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir." [Tevbe, 128]

 

Allah (c.c) şöyle buyurdu: "Hem şehirlerin anasını (Ümmü'l-Kura) ve onun etrafında bulunanları uyarıp korkutasın, hem de kendisinde şüphe bulunmayan toplanma günüyle uyarıp korkutasın diye, sana da böylece Arapça bir Kur'an vahyettik. (O gün insanların) bir kısmı cennette, bir kısmı da cehennemde olacaktır." [Şura, 7]

 

"Ümmü'l-Kura"dan kasıt Mekke'dir. Mekke'de de onun kavmi yaşamaktaydı. Şöyle buyruldu:

"En yakın akrabalarını uyar." [Şuara, 214] Yine Allah (c.c) şöyle uyardı: "Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir zikirdir (şereftir, öğüttür.) ileride sorumlu tutulacaksınız." [Zuhruf,44]

 

İmam Şafii şöyle dedi: Bize Süfyan İbn Uyeyne, İbn Ebi Necih yoluyla Mücahid'in, "Doğrusu Kur'an, sana ve kavmi ne bir öğüttür." ayetiyle ilgili şöyle dediğini nakletti: "Bu kişi kimlerdendir?" diye sorulduğunda "Araplardandır." denildi. "Hangi Araplardan?" diye sorulduğunda da "Kureyş 'tendir." denildi. " Tahric: Taberi Tefsiri, 25/46, s. 319.

 

İmam Şafii rahimehullah şöyle dedi: Mücahid'in dediği zaten ayette açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Bu sebepten dolayı ayeti tefsir etmeye hacet yoktur. Allah (c.c), Peygamberine, yakın akraba ve kavmini uyarınasım özellikle emretmiştir. Özelde bunlar zikredildikten sonra, Peygamber (s.a.v)'in tüm beşeriyeti uyarınası hususu da emredilmiştir. Allah (c.c), Hz. Peygamber (s.a.v)'in önce özelde kavmini uyarınasını ("En yakın akrabalarını uyar." [Şuara, 214]) emredip Kur'an ile şanını yüceltmiştir.

 

Bazı ilim ehli şöyle iddia etti: Hz Peygamber, kendisine Kur'an nazil olmaya başlayınca şöyle demiştir: "Ey Abdi Menaf oğullan! Muhakkak Allah beni en yakın akrabalanmı uyarınam için gönderdi. Siz de benim en yakın akrabalanmsımz. " Tahric: Hadis, bu mana ile Buhari ve Müslim'in Sahih'lerinde mevcuttur. Kendi lafzıyla yoktur.

 

İmam Şafii rahimehullah şöyle dedi: Bize İbn Uyeyne, İbn Ebi Necih yoluyla Mücahid'in, "Biz senin şanını yücelttik." [İnşirah, 94/4] ayetiyle ilgili şöyle dediğini nakletti: "Ben her anıldığımda sen de benimle anılacaksın: Şahadet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur, yine şahadet ederim ki Muhammed, Allah' ın Resülüdür. " Tahric: İbn Uyeyne Tefsiri, s. 346, Taberi Tefsiri, 30/150-151.

 

(Eserde geçen hadis ve haberlere numaralar verilmiştir. Okuyucunun hangi hadisi ve haberin nerede geçtiğini rahat bulabilmesi için biz de -aynı şekilde- buna riayet edeceğiz. Mütercim).

 

En doğrusunu Allah bilir. Ama sanki bundan kasıt, Hz. Peygamber (s.a.v)'in iman (kelime-i şehadette) ve ezanda Allah ile beraber zikrinin geçmesidir. Ayrıca Kur'an okunurken, Allah'ın herhangi bir emrini yerine getirirken yahut günahlardan sakınırken Peygamber (s.a.v)'in anılması gerektiği şeklinde de anlaşılabilir.

 

Zikir ehlinin O'nu her andıklarında, gafillerin de O'nu anmaktan geri kaldıkları her andaAllah (c.c), Nebimiz Muhammed (s.a.v)'e salat ve selam buyursun. Allah, Peygamber (s.a.v)'den önce ve sonra yarattığı kulları arasından, O'na salat ve selamın en üstününü ve en yücesini ihsan buyursun. Onun ümmetinden olup da ona salat ve selam getirerek en iyi şekilde annan kişinin annmasından daha güzel bir annmayla Rabbim bizi de anndırsın. Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi onun üzerine olsun.

 

Yüce Allah, Peygamberlerin O'nun risaletini ümmetierine tebliğ etmek suretiyle elde ettikleri mükafatın en büyüğünü Peygamberimize, tebliğinden dolayı, nasip etsin. Allah, onu bize peygamber olarak göndermekle bizi helak olmaktan kurtarmıştır. Bizi ümmetler arasında en hayırlı ümmet kılmıştır. Razı olduğu dine mensup kılarak insanlar içinde ümmetlerin en hayırlısı yapmıştır. Melekler ve kullarından nimetlendirdiği kişiler, O'nun risaleti neticesinde yüceltilmişlerdir. Din veya dünyayla ilgili, gizli veya açık olarak elde ettiğimiz her nimetin ya da bizden uzaklaştırılan her kötülüğün sebebi Hz. Muhammed (s.a.v)'dir. O, her şeyin en güzeline ve en hayırlısına götürendir. Hidayetin zıddı olan, kötü yola düşmekten ve helakimize sebep olacak durumlardan koruyandır. Helak sebebi olacak şeylere dikkat çekerek uyarandır. Ayrıca doğruyu gösteren ve tehlikeye karşı uyarandır. Allah, Hz. İbrahim'e ve aline salat ve selam ettiği gibi, Hz. Muhammed' e ve onun aline de salat ve selam etsin. Allah, yüce ve övülmeye layık olandır.

 

Allah, ona Kitabını indirerek şöyle buyurdu: "Onlar kendilerine gelen Kur'an'ı inkar ettiler. Halbuki o, eşsiz bir Kitaptır. Ona önünden de, ardından da batıl gelmez. O, hikmet sahibi ve. çok övülen Allah 'tan indirilmiştir." [Fussılet, 41-42]

 

Yüce Allah, insanları inkar ve sapıklık halinden hidayet ve aydınlık haline onunla kavuşturdu. Kullarına kolaylık olması için Kitap'ta, kendilerine helal olanları bir lütuf olarak açıklamıştır. Ahiret ve dünya mutluluğu ancak haram kıldıklarından uzak durmakla mümkündür. Allah, insanları söz ve amelle kulluk etmeye ve günahlardan sakınmaya çağırarak imtihan etmiştir. Allah'ın haram kıldığı şeylerden uzak duranları, kendisine itaat edenleri, cennetinde ebedi kılmakla ve azabından kurtarmakla mükafatlandıracaktır. O'nun yüceliğiyle nimeti büyüyor. Allah, isyan edenlere vereceği cezanın, itaat edenlere vereceği mükafatın zıddı olacağım kullarına bildirmiştir. Kendilerine nisbetle, mal ve çocuk yönüyle daha fazla ömür ve şükretmeleri gereken daha fazla nimet verdiği kimselerin haberlerini öğüt almak için zikretmiştir. Onlar, dünya hayatlarında bu nimetlerden kendilerine biçilen kaderleri gelinceye kadar istifade etmişlerdir. Allah, hükmü gelince onlara ölümü tattırdı. Arzu ve emellerine ulaşamadılar. Zamam gelince de O'nun azabı onlara ulaşır. Bu durumlarından, onlardan sonra gelenler ibret alsınlar. İlahi beyanı anlasınlar. Gaflete düşmemek için uyanık olsunlar. Fırsat eldeyken, günahlara mazeret kabulolmayacağı ve fidyenin kabul olunmayacağı gün gelmeden önce, iyi ameller işlesinIer. Allah şöyle buyuruyor: "O gün her nefis yaptığı her hayrı hazır bulacaktır. İşlediği her kötülükle kendi arasında uzak bir mesafe bulunmasını ister. Allah, sizi kendisinden sakındırıyor. Allah kullarına şefkatlidir." [Al-i İmran, 30]

 

Allah (c.c)'nun Kitabı'nda indirdiği her şeyde, rahmet ve delil vardır. Onu bilen, bu hakikat üzere bilir. Onu bilmeyen de bu hakikatlerden mahrum kalarak bilmez. Bu hususta cahil kalanlar onu bilmezler. Onu bu hakikatiyle bilenler de cahilolmazlar.

 

İnsanların, ilim elde etme hususunda dereceleri farklıdır. Onların ilmi dereceleri, Kur' an' dan ne kadar bildiklerine bağlıdır.

 

İlim tahsil etmek isteyenlerin Kur'an'ı en iyi vechiyle öğrenmeleri, bu hususta gösterecekleri çaba ve gayretlerine bağlıdır. Bu uğurda çıkacak tüm engellere karşı sabretmeleri, naslarına karşı ve onlardan hüküm çıkarmak için de Allah'a karşı ihlaslı olmaları gerekmektedir. Bu yolda ilerlerken de Allah 'tan yardım istemeleri gerekir. Çünkü bu hayra ancak Allah'ın yardımıyla ulaşılır.

 

Allah'ın Kitabı'ndaki hükümleri nas ve istidlal yoluyla kavrayabilenler, Allah'ın kendilerini söz ve amel bakımından bildiklerine uygun olarak davranmaya muvaffak kıldığı kimselerdir. Bunlar, din ve dünya yönünden fazilet sahibi olmuş, şüpheleri son bulmuş, kalplerini hikmet aydınlatmış ve din açısından imam olmayı hak etmiş kimselerdir.

 

Yüce Allah'tan; bize nimetlerini hak etmeden bahşetmesini, şükrünü eda etmedeki kusurumuza rağmen onları bizim için devam ertirmesini ve bizi, insanlar arasında yaratılan en hayırlı ümmete dahil etmesini ve Kitabını ve Peygamber (s.a.v)'in sünnetini anlamayı, hakkını verecek ve daha fazla lütfunu sağlayacak olan söz ve amel’i nasip etmesini diliyoruz.

 

İmam Şafii (r.a) şöyle dedi: Müslümanlardan herhangi birinin karşılaşacağı bir müşkül durumun çözümü (hükmü), mutlaka doğru bir şekilde Allah'ın Kitabında verilmiştir. Allah (c.c) şöyle buyuruyor: "Elif, Lam, Ra. Bu, insanları Rablerinin izniyle karanlıklardan nura, yegane galip ve hamde layık olan (Allah)m yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir Kitaptır." [İbrahim,1]

 

Başka bir ayette de şöyle buyuruyor: "(Biz o peygamberleri) apaçık belge (mücize)lerle ve kitaplarla (gönderdik). İnsanlara kendilerine ne indirildiğini açıklayasm ve onlar da iyice düşünsünler diye sana da bu Zikri (Kur'an'ı) indirdik." [Nahı, 44]

 

"Bu Kitabı sana, her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik." [Nahı, 89]

 

"İşte böylece sana da emrimizle Kur'an'ı vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat Biz, onu, kullanmızdan dilediğimizi kendisiyle doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz ki sen doğru yolu göstermektesin. (O yol) göklerin ve yerin sahibi olan Allah'ın yoludur. Dikkat edin, bütün işler sonunda Allah'a döner." [Şura, 52-53]

 

İmam Şafii rahimehullah şöyle dedi: Temel meselelerde aynı manayı taşıyan, fer'i meselelerde ise farklı manaları içine alan bir isimdir. Beyanın aynı ve farklı manalara gelişinde, onu anlamada en az sıkıntı çekenler; Kur'an'ın muhatabı olup onların dilleriyle indirilenlerdir (Araplardır). Onlar, bu manaların -te'kid bakımından- bazılarının diğerinden daha kuvvetli ve esasta birbirlerine yakın olduklarını bilirler. Ama Arap dilini bilmeyenlere göre bu manalar birbirlerinden farklıdır, onlarca meçhuldür.

 

İmam Şafii şöyle dedi: Yüce Allah'ın, ezeli takdiri gereği olarak -Kitabı'nda beyan ettiği- insanların yapacakları kulluğu ve daha önce emrettiği hükümlerin tamamını birkaç yönden ele alabiliriz: Bunlardan biri: Kullarına nas olarak açıkladığı; namaz, zekat, hac, oruç gibi farzları mücmel olarak bildirınesidir. Gizli ve açık tüm kötülükleri haram ettiğini nas ile beyan etmesi; zinayı, içkiyi, leşi, kanı ve domuz etinin yenmesini haram kılmasıdır. Abdestin farzlarını ve bunların dışındaki daha başka nasları beyan buyurmuştur.

 

Bir diğeri: Kitabı'nda mücmel olarak farz ettiği ve keyfiyetini Nebisi Hz. Muhammed (s.a.v)'in diliyle açıkladıklarıdır. Bunlar; Namazıarın sayısı, zekatın miktarı ve verilme zamanı, bunların dışında Kitabı'nda belirttiği başka farzlar da bu beyan içindedir.

Bir diğeri: Allah'ın Kitabı'nda nas bulunmadığı halde Restilullah (s.a.v)'in sünnetinde hükme bağlanan farzlardır. Çünkü Allah (c.c), Resülüne itaati ve onun emrine uymayı Kitap'ta farz kılmıştır. Kim Hz. Peygamber (s.a.v)'den gelen bir hükmü kabul ederse Allah'ın hükmünü kabul etmiş sayılır.

 

Bir diğeri: Allah'ın insanlara, kendi gayretleriyle araştırıp -ictihad etmeleri yoluyla- farz kıldığı şeylerdir. Yüce Allah, kullarının itaatini bu yolla sınamıştır. Aynen farz kıldığı diğer hükümlerde onları sınadığı gibi ... Allah (c.c) şöyle buyuruyor: "Andolsun ki içinizden cihad edenlerle sabredenleri belirleyineeye ve haberlerinizi açıklayıneaya kadar sizi imtihan edeceğiz." [Muhammed, 31]

 

" ... Allah, içinizdekileri yoklamak ve kalplerinizdekileri açığa çıkarmak için (böyle yaptı)." [AI-İ İmran, 154]

 

"Umulur ki Rabbiniz düşmanlarınızı helak eder ve onların yerine sizi yeryüzüne hakim kılar da nasıl hareket edeceğinize bakar." [A'raf, 129]

 

İmam Şafii rahimehullah şöyle dedi: Allah (c.c) müminleri namazlanm eda ederken Mescid-i Haram'a yönlendirdi ve Peygamberine hitaben şöyle buyurdu: "(Ey Muhammed!) Biz senin yüzünün göğe doğru çevirmekte olduğunu (yücelerden haber beklediğini) görüyoruz. İşte şimdi, seni memnun olaeağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir." [Bakara, 144]

 

"(Evet ResUlüm!) Nereden yola çıkarsan çık, (namazda) yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir. Nerede olursanız olunuz, yüzünüzü o yana çevirin ki, aralarından haksızlık edenler (kuru inatçılar) müstesna, insanların aleyhinizde (kullanabilecekleri) bir delili bulunmasın ... " [Bakara, 150]

 

İmam ŞafiI (r.a) şöyle dedi: Allah, insanlara, Mescid-i Haram'dan uzak oldukları zaman, kendilerine vermiş olduğu ve eşya ile zıtlanm birbirlerinden ayıracakları akıllar bahşetmiştir. Mescid-i Haram'a yönelmeleri, ancak alametleri, vasıta ve ictihad yolunu kullanmakla olacaktır. Çünkü Mescid-i Haram'ın uzağında olanlar ona yönelmek suretiyle tam isabet ettiremeyecekler, onun için böyle bir ictihad, Allah'ın farz kıldığı meselelerdendir. Allah (c.c) şöyle buyurdu:

"O, kara ve denizin karanlıklarında kendileri ile yol bulasınlZ diye sizin için yıldızları yaratandır ... " [En'am, 97]

 

"Daha nice alametler (yarattı). Onlar, yıldızlarla da yollarını doğrulturlar." [Nahl, 16]

 

imam Şafii şöyle dedi: Dağlar ve gece-gündüz, bu alametlerden sayılmışlardır. Farklı yönlerden esmesine rağmen ismi rüzgar olan ve gökyüzünde doğdukları ve battıkları yerler belli olan güneş, ay ve yıldızlar bu alametler arasındadır. Allah, bu saydıklanmızı kullanmak suretiyle Mescid-i Haram'a doğru -ictihad ederek- yönelmeyi mükelleflere farz kılmıştır. Mükellefler, bu hususta ictihad ettikleri müddetçe Allah'ın emrinin dışına çıkmış olmazlar. Mescid-i Haram'dan uzak olanlar, nasılolsa yönelmede onu tam tutturma imkanları olmadığı için istedikleri yöne dönmek suretiyle namazıarını ve bu husustaki ictihadı terk ederek serbest bırakılmamışlardır.

Allah (c.c) insanlara hükmünü açıklayarak şöyle buyurdu: "İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sandı!" [Kıyamet,75/36] "Başıboş" kelimesi; "Emre ve nehye muhatap tutulmayan kişi" anlamındadır.

 

imam Şafii şöyle dedi: Bu, ResUIullah (s.a.v) dışında kalanların, delil getirmeden bir şey söyleme haklarının olmadığını göstermektedir. "Adalet" ve "av cezaları"yla ilgili meselelerde söylediğim gibi, hiç kimse kendi istihsanına (güzel ve uygun görmesine) göre bir şey söyleyemez. istilisan ile söz söyleyen kişinin daha önce geçmiş bir örneğe dayandırma imkanı olmadığından dolayı, söyleyen kişi kendi istihsanına göre söylemiş olmaktadır.

Başka bir husus; Allah (c.c), kullarına nasıl adaletle hüküm vereceklerini öğretmiştir. Biraz önce zikredilen konuda, kıbleye yönelmelerini isterken yüzlerini Mescid-i Haram'a dönmelerini istemiş ve doğruyu onlardan zahiren istemiştir. Doğruyu bulmaları için de onlara bazı alametler göstermiştir. Ayrıca adalet için iki güvenilir şahit getirmelerini emretmiştir. Adalet, Allah'a itaat etmek için amel işlemektir. Hangisinin adalet olduğunun hangisinin de adalet olmadığının yöntemleri onlara öğretiImiş olup onların da ona ulaşma gayreti göstermeleri gerekir. Bu mesele yeri geldiğinde açıklanacak ama bir nebze de olsa burada kısaca temas etmiş oldum. Bu konuya temas etme sebebi, ileride gelecek benzeri konulara da işaret etmek içindir.

 

Birinci Beyan

 

İmam Şafii (r.a) şöyle dedi: Allah (c.c), "Temettü haccı" yapanlarla ilgili olarak şöyle buyurdu:

"U mre ile haccı birlikte yapan kimse, kolayına gelen bir kurban kessin. Bulamayan kimse, hac günlerinde üç gün, memleketine dönünce de yedi gün oruç tutsun. Bu, tam on gündür. Bu, ailesi Mescid-i Haram'da oturmayan kimseler içindir." [Bakara, 196]

 

Ayete muhatap olan kişiye, hac günlerinde üç ve memleketine dönünce de yedi gün olmak üzere tam on gün oruç tutma hükmü açıktır. Allah (c.c) şöyle buyurdu: "Bu, tam on gündür." Bu ifade, daha fazla açıklık getirmek veya üç ile yedinin toplamının tam on edeceğini bildirmek için zikredilmiş olabilir. Allah (c.c) şöyle buyurdu: "Musa ile otuz gece için sözleştik ve ona on gün daha kattık. Böylece Rabbinin tayin ettiği vakit, kırk gece olarak tamamlandı." [A'raf, 142]

 

Bu ayete muhatap olan kişiler, otuza on ilave edildiğinde kırk gece olacağını açıkça bilirler.

İmam Şafii rahimehullah şöyle dedi: Allah'ın "kırk gece" sözü, önceki ayette olduğu gibi, otuz ile on'un toplamının kırk edeceğini bildirmek veya ifadede daha fazla açıklık getirmek için zikredilmiş olabilir.

 

İmam Şafii, -Allah rahmet etsin- şöyle dedi: Allah (c.c) şöyle buyurdu: "Ey inananlar! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetiere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz. Sayılı günlerde olmak üzere (oruç size farz kılındı). Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa (tutamadığı günler kadar) diğer günlerde kaza eder. Oruca (güç) dayananların fidye vermesi, bir yoksulu doyurmasılazımdır. Bununla beraber gönül isteğiyle kim bir iyilik yapar (oruç tutar)sa o, kendisi için iyidir. Bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır." [Bakara,183-184]

 

Yine şöyle buyurdu: "Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, hidayeti ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olan Kur'an'ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden Ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun. Kim o ayda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kaza etsin ... " [Bakara, 185]

 

Allah, müminIere orucu farz kılmış ve onun bir ay olduğunu açıklamıştır. İnsanların için bir ay, iki hilal arasındaki süredir. Bu süre bazen 30, bazen 29 gün olur. Ayette geçen sayı zikri, daha önce geçen ve beyana açıklık getiren sayının aynısı olup ifadeye daha fazla açıklık kazandırmıştır.

 

İmam Şafii rahimehullah şöyle dedi: Sayılardaki yedi ile üç ve otuz ile on sayıları toplamlan, zikri birbirlerine benzerlikleri olan ve açıklığı arttıran beyanlardandır. Çünkü insanlar, sayıları ve toplamlarını bildikleri gibi, Ramazan ayının orucunu da bu şekilde bilmektedirler.

 

ikinci Beyan

 

İmam Şafii rahimehullah şöyle dedi: Allah (c.c) şöyle buyurdu: "Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın; başlarınızı meshedip topuklara kadar ayaklarınızı da (yıkayın). Eğer eünüp oldunuzsa boy abdesti alın ... " [Milide, 6]

Başka ayette şöyle buyurdu: " ... Cünüpken de -yolcu olan müstesna- gusül edineeye kadar namaza yaklaşmasın ... " [Nisa,43]

 

İmam Şafii şöyle dedi: Allah'ın Kitabı, bu ayette abdesti açıklamış, ama taş ile istincayı ve cünüplük sebebiyle gusletmeyi açıklamamıştır. Ayette, abdest uzuvlarını yıkama sayısının en az birer defa olduğu emredilmiştir. Birden fazla yıkanması da ihtimal dahilindedir. Resülullah (s.a.v), abdest uzuvlarını yıkama sayısının birer defa olduğunu açıklamış, ancak kendisi üç defa yıkamıştır. Bu davranışından, abdest uzuvlarını en az bir defa yıkamanın gerekli olduğu anlaşılıyor. Abdest alırken yıkamanın gereği en az bir defa olduğuna göre, o zaman üç defa yıkamak isteğe bağlıdır.

 

İstinca'da üç taş ile temizlik yapmanın kafi geleceğine sünnet delalet etmiştir. Resulullah (s.a.v), abdest ve guslün nasıl alınacağını öğretmiştir. Abdest alınırken topukların ve dirseklerin de yıkanması gereken uzuvlardan olduklarını açıklamıştır. Çünkü ayette abdest açıklanırken, topukların ve dirseklerin yıkanması gereken uzuvların sınınnı belirlemiş olmaları ihtimal dahilindedir. Bu sebepten dolayı da onlar yıkamaya dahil edilmiştir.

 

Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: "Ateşte yanacak olan o topuklara yazıklar olsun. " Tahric: Buhari, ilim, 1/37, no: 60; Müslim,Taharet, 1/214, no: 341.

 

Bu hadis-i şerif; ayakların meshedilmesi değil de (çıplak ayak için) yıkanması gerektiğine delalet etmektedir.

 

İmam Şafii rahimehullah şöyle dedi: Allah (c.c) şöyle buyurdu: "Çocuklarınız hakkında Allah size şöyle emrediyor: Erkeğe iki dişinin payı kadar (veriniz). Eğer kadınlar ikiden fazla iseler mirasın üçte ikisi onlarındır. Şayet kız bir tek ise mirasının yarısı onundur. (Ölenin) çocuğu varsa anne ve babanın her birine mirasın altıda biri (verilir). Çocuğu olmayıp da anne ve babası kendisine mirasçı olana gelince; üçte biri annesinindir. (Gerisi de babasınındır). Şayet (ölenin erkek ve kız) kardeşleri varsa o vakit altıda biri annesinindir. Bu, yapacağı vasiyetCin yerine getirilmesin)den veya borçları(nın ödenmesi)nden sonradır. Babalarınız ve oğullarınızdan size (ahirette) faydaca hangisinin daha yakın olduğunu bilemezsiniz. Bunlar Allah'dan bir farz olarak (tayin edilmiştir). Şüphesiz ki Allah her şeyi bilendir, biricik hüküm koyandır." [Nisa, 11]

Yine şöyle buyurdu: "Çocukları yoksa hanımlarınızın geriye bıraktıklarının yarısı sizindir. Şayet çocukları varsa bıraktıklarının dörtte biri sizindir. Bunlar vasiyetlerin(in yerine getirilmesin)den yahut borç(larının ödenmesin)den sonradır. Eğer çocuğunuz yoksa bıraktığınızın dörtte biri onlarındır. Şayet çocuğunuz varsa yapacağınız vasiyet ve borç(larınızın ödenmesin)den sonra sekizde biri onlarındır. Eğer bir erkek veya kadına, çocuğu ve babası olmadığı (kelale olduğu) halde, mirasçı olunuyor ve bunların (ana bir) erkek veya kızkardeşi varsa bunların her birine altıda bir düşer. Şayet bundan daha çok iseler o halde hepsi yapacağı vasiyet ve borc(un ödenınesin)den sonra üçte bire ortak olurlar. Ancak zarar verici olmamalıdır. (Bunlar) Allah'dan bir vasiyet olarak (gelen buyruklardır). Allah her şeyi bilendir, Halim'dir." [Nisa,12]

İmam Şafii şöyle dedi: Bu konuyla ilgili ayetin açıklaması geldikten sonra başka bir açıklamaya ihtiyaç kalmamıştır. Allah (c.c), miras konusunu şarta bağlayarak mirasın; ancak borç ve vasiyet yerine getirildikten sonra taksim edilebileceğini beyan buyurmuştur. ResUlullah (s.a.v.)' den gelen haber de vasiyetin, malın üçte birini geçemeyeceğine delalet etmektedir.

 

Üçüncü Beyan

 

İmam Şafii şöyle dedi: Allah (c.c) şöyle buyurdu: " ... Çünkü namaz, müminler üzerine vakitleri belli bir farzdır." [Nisa, 103]

 

"Namazı kılın, zekatı verin. Rükfi edenlerle beraber rükfi edin." [Bakara,43]

 

Bu ayette geçen emrin benzeri birçok ayette geçmektedir. Diğer bir ayette Allah (c.c) şöyle buyurdu: "Haccı ve umreyi Allah için tamlayın ... " [Bakara,196]

 

Sonra da ResuluIlah (s.a.v)'in diliyle, farz kılınan namazların sayısı, vakitleri ve sünnetleri açıklanmıştır. Keza, zekatın miktarı ve verilme zamanı, haccın ve umrenin nasıl yapılacağı, kişinin hangi durumda bu emirlerle mükellef olduğu yahut bu mükellefiyetten muaf tutulacağı da beyan edilmiştir. Hangi durumlarda sünnet, bir meselede ittifak yahut ihtilafiçinde olabilir. Bu kabilden örnekler, Kur' an ve Sünnet'te çoktur.

 

Dördüncü Beyan

 

İmam Şafii (r.a) şöyle dedi: Kitap'ta açık bir şekilde açıklaması olmayan hükümlerin hepsinin Hz. Peygamber (s.a.v)'in sünnetinde açıklaması vardır. Allah (c.c); kullarına Kitab'ı ve Hikmet'i, keremi neticesinde öğretmiştir. Biz de kitabımızda bu hikmetleri zikretmeye çalıştık. Allah'ın, Peygamberine itaati, kulları üzerine farz kılması da hikmetinin tecellisindendir. Allah, Restilullah (s.a.v)'in dini mevkiini kendisi belirlemiştir. Ayrıca Allah'ın Kitabı'nda açıklanmış farzlarla ilgili hükümlerin beyanı aşağıdaki beyan çeşitlerinden bir çeşittir.

 

Bu beyanlardan biri; Kitap'ta indirilen ve bir başka kaynağa ihtiyaç duymayacak açıklıkta gelen beyanlardır.

 

Bir diğeri; Allah'ın açık bir şekilde gelen farzlandır. Allah da Hz. Peygamber (s.a.v)'e itaati farz kılmıştır. Peygamber de Allah'ın farzlarının nasıl olduklarını, kimlere farz kılındıklarını, bu farzların bazılarının ne zaman kalktığını ve ne zaman kalıcı olup tatbikinin gerekli olduğunu açıklamıştır.

 

Bir diğeri de Allah'ın Kitabı'nda nas olarak yer almayan, ancak Resuıullah (s.a.v)'in sünnetinde beyan edilenlerdir.

 

İmam Şafii şöyle dedi: Allah'ın Kitabı'nda yer alan farzlan, Allah'ın emri olarak kabul edenler, aynı zamanda da Resuıullah (s.a.v)'in sünnetlerini kabul etmiş olurlar. Çünkü Allah, kullarına, Peygamberine itaati farz kılmış ve hükmüne müracaat etmelerini istemiştir. Kim Resuıullah (s.a.v)'in hükmünü kabul ederseAllah'ın emrini kabul etmiş olur. Zira Allah, ona İtaati farz kılmıştır. Allah'ın Kitabı'nda ve Restilullah (s.a.v)'in Sünneti'nde olan hükümler, sebepleri farklı görünse de aslında kabul açısından ikisi de Allah'ın emridirIer. Yüce Allah; helal, haram, farz ve hadleri, arzu ettiği çeşitli sebeplere bağlıyarak hükümlerini vermiştir.

"Allah, yaptıklarından sorumlu tutulmaz; onlar ise sorguya çekileceklerdir." [Enbiya, 23]

 

Beşinci Beyan

 

İmam Şafii şöyle dedi: Allah (c.c) şöyle buyurdu: "Her nereden yola çıkarsan (namazda) yüzünü Mescid-i Haram'ın şatrına (tarafına) döndürün. Nerede olursanız olun, yüzünüzü onun tarafına çevirin ... " [Bakara, 150]

 

Yüce Allah ayetin muhataplarına, -nerede olurlarsa olsunlar- namaz kılarken yüzlerini Mescid-i Haram yönüne çevirmelerini farz kılmıştır. Arap dilinde "şatr" kelimesi, "bir şeyin yönü" anlamına gelir. Şöyle ki: "Şunun şatrına yöneldim." demek, tam olarak o şeye doğru yönelmek manasına geldiği gibi, o şeyin tarafına yönelmek manasına da gelir. "Tilka" ve "cihet" sözcükleri de bu anlamı taşırlar. Bunların lafızları ayn olsa da manaları aynıdır.

 

Hufaf b. Nüdbe şöyle dedi: "Amr'a elçi gönderen bilsin ki, Amr tarafına (şatr) elçi göndermekfayda vermez. " Sa'ide b. Cüeyye şöyle dedi: "Ummu Zimba ya derim ki: Develerin yönünü (şatr) Beni Temim tarafına çevir."

 

Lakid el-İyad şöyle dedi: "Düşmanlarınız tarafindan (şatr) size doğru gelen korku,

Öyle bir korku ki sizi karanlıklarla parça parça büyüyen korkudur. " Şair (Meberred) dedi-ki: "Devede öyle bir hastalık vardır ki, her tarafını kaplamış durumda, İnsan onun tarafına (şatrma) bakınca gözleri şaşıyor. "

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Beyitte geçen gözün baktığı yön ve benzeri ile cihet ve taraf kastedilmektedir. Bu beyitlerde geçen ve bu kelimeyi ihtiva eden Arap şiirleri, "bir şeyin şatnna doğru" sözünün; gözle görünüyorsa doğrudan doğruya o şeyin kendisine yönelmek, gözle görünmüyorsa ictihad yoluyla o şeye doğru yönelmek demek olduğunu açıklamaktadır. Bu konuda bir kimse için en fazla mümkün olan şey de budur.

 

Allah (c.c) şöyle buyuruyor: "Karanın ve denizin karanlıklarında, yolunuzu tayin edesiniz diye sizin için yıldızları vasıta kılan O'dur ... " [En'am, 97]

 

Allah şöyle buyurmuştur: "(Allah yeryüzünde) birtakım işaretler de yarattı; insanlar y:ıldlZlarla da yol bulurlar." [Nahl, 16]

 

Allah, onlar için alametler yaratmış, Mescid-i Haram'ı onlara kıble olarak tayin etmiş ve ona yönelmelerini emretmiştir. İnsanların ona yönelmeleri, Allah'ın kendileri için-yarattığı alametler, işaretler ve onlara verdiği akıllarla olur. Onlar bu alametleri, akıllarıyla tanırlar. Bunların hepsi, yüce Allah'ın bir beyanı ve nimetidir.

 

Allah (c.c) şöyle buyurdu: "O (boşanan) kadınlar, iddetlerinin sonuna geldiklerinde ya ma'rufile onları tutun yahut ma'rufile onlardan ayrılın. Aranızdan adalet sahibi iki kişiyi de şahid tutun. Şahidliği Allah için dosdoğru yapın. İşte bu, Allah'a ve ahiret gününe iman edenlere verilen öğüttür. Kim Allah'dan korkarsa ona bir çıkış yolu ihsan eder." [Talak, 2]

 

Yine şöyle buyurdu: " ... Rıza göstereceğiniz şahidIerden ... " [Bakara, 282]

 

Adil kimse, Allah' a itaat ederek amel eden kimsedir. insanların, Allah'a itaat ederek amel ettiğini gördükleri kimse, adil; bunun aksine hareket eden kimse de adil değildir.

 

Allah (c.c) şöyle buyurdu: "Ey iman edenler, ihramlıyken avı öldürmeyin. İçinizden kim onu kasten öldürürse, ceza olarak, sizden iki adil şahidin hükmedeceği, öldürdüğü hayvanın dengi (misli) evcil bir hayvanı, Kabe'ye ulaşacak şekilde kurban etsin ... " [Maide,95]

 

Zahire göre "denk / misı" olan hayvan, vücut büyüklüğü bakımından birbirine en yakın olan hayvandu. Res'Ulullah (s.a.v)'in sahabilerinden av konusunda fikir beyan edenlerin görüşleri, bedence büyüklükleri birbirine en yakın olan hayvanlar olduğu şeklindedir. Buna göre, av hayvanlarından öldürülene bakılır. Ehli hayvanlardan hangisi onlara vücutça daha fazla benziyorsa onu fidye olarak keseriz. Öldürülen av hayvanına bedence denk olan ehli bir hayvanın, kıymet bakımından ona denk olması gerekmez. Burada, kıymetçe de bunların birbirine denk olması gerektiğini söylemek, uzak bir yorum olur. Av hayvanının dengi hakkında karar verecek olan hakimin yapacağı ictihadın delilini oluşturacak olan denklik olacaktır.

ilmin bu türü, daha önce açıkladığım hususa işaret etmektedir. Yani hiç kimsenin, bir şey hakkında "Bu helaldir veya haramdır." deme yetkisi yoktur. insan böyle bir şeyi ancak ilme dayanarak söyleyebilir. Bu haber de ancak Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas'a dayandırılır. Bu bölümün manası ile kıyasın manası aynıdır. Çünkü kıblenin tayini için istenen delil, adalet ve misl' de de istenmektedir.

 

Kıyas; bir şey hakkında Kitap ve Sünnet'te bulunan naslara uygun olduğunu gösteren birtakım delillere dayanarak hüküm aramaktır. Çünkü Kitap ve Sünnet, ulaşılması istenen gerçeğin esasını teşkil eder. Daha önce zikrettiğim gibi, kıblenin tayiniyle adalet ve misl'in mahiyetlerinin tesbiti de böyledir. Kıyas'ın Kitap ve Sünnet'e uygunluğu iki yönde olur: Birincisi: Allah veya Resulullah (s.a.v) bir şeyi nas ile haram veya helal kılmış yahut manen helal veya haram kılmış olmalıdırlar. Kitap ve Sünnet'te buna açık bir nas yahut bu manaya gelen bir delil bulduğumuz zaman onun haram veya helal olduğuna hükmederiz; çünkü bu nas yahut bu manaya gelen delil, helal veya haram hükmünün sebebidir.

 

İkincisi: Bir şeyin iki şeye benzediğini görürsek ve bunlardan birinin ona daha çok benzerlik gösterdiğine dair bir şey bulamazsak, -av konusunda söylediğimiz gibi- o şeyi, benzerlik yönünden en uygun olanına kıyas ederiz.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: İlimde iki husus önemli bir yer işgal eder. Bunlar da icma ve ihtilajtır ki şu anda konumuzun dışındadır.

 

Allah'ın Kitabı'nın ilmi kapsamına şunlar da girer: Allah'ın Kitabı'nın tamamınınArapça olarak nazil olduğunu bilmektir. Allah'ın Kitabı'nın nasih ve mensuhunu, ihtiva ettiği farzları, ahlaki esasları, irşadla ilgili emirlerini ve mubah kıldığı şeyleri bilmektir. Allah'ın, Peygamberine vermiş olduğu makamı bilmektir.

 

Allah, Kitabında farzlarını kesin olarak bildirmiş ve onları Peygamberinin diliyle açıklamıştır. Bütün bu farzlarla Allah neyi murad etmiştir? Allah, kimlerin bu farzları yerine getirmesini istemiştir; insanların hepsini mi, yoksa bir kısmını mı bunları yapmakla mükellef kılmıştır? İnsanlara, hangi konularda Peygamberine itaat etmelerini ve onun emrine uymalarını farz kılmıştır? İşte Allah, bütün bu hususların açıklanmasını Peygamberine bırakmıştır.

 

Allah'ın Kur'an'da vermiş olduğu misalleri bilmektir; çünkü bunlar, Allah'a itaat etmeyi gösterir; O'na karşı gelmekten sakınmayı, gafleti terk edip mutluluğa ermeyi, nafile ibadetlerle daha çok fazilet kazanmayı açıklar.

 

Bu durumda alimlerin üzerine vazife olan, ancak kesin olarak bildikleri meselelerde görüşlerini söylemeleridİr. İljm konusunda görüşlerini açıklayan öyle kimseler vardır ki söylediklerinin bir kısmını söylememiş olsalardı, onlar için daha iyi ve selametleri için daha hayırlı olurdu.

 

Sonraki için tıkla:

 

KUR'AN'IN ARAPÇA OLUŞU VE FAZİLETLERİ